Yoğun gürültünün arasında kaybolan gözyaşlarıyla yürümeye çalışan genç kız, yanından hızlı hızlı geçen insanları görünce iç çekti. Oda bir an önce eve gitmek istiyordu. Malesef her iki kolunda bulunan koltuk değnekleri ile bu istekleri imkansızdı, tıpkı işe girmeside imkansız olduğu gibi. Yazılım konusunda çok iyi olmasına rağmen, insan kaynakları müdürünün karşına koltuk değnekleri çıkınca adamın gözleri kararmıştı. Bir anda yüz ifadesi değişmiş, Filiz’ in bu görüntüsünün şık ofislerinin tüm dizaynını bozacağını düşünmüştü sanki. Keşke bunları direkt yüzüne söyleyebilseydi genç kızın, en azından yeteneksizlikle suçlanmış olmazdı..
Düşüncelerinden kaldırımın kenarından gelen acı çığlıklarla sıyrıldı. Minicik bir köpek yavrusu, başını kaldırıma dayamış bir ayağını geriye doğru uzatmış kesik kesik sesler çıkarıyordu. Çöp kokan şehirde bir gül bulmuşcasına minik köpeğe yaklaştı genç kız. Belli ki arabanın freni olmadığını zanneden bir sürücünün kurbanıydı ufaklık. Üstelik gelip geçen hiç kimsenin dikkatin çekmiyordu acı çeken yavrucak. Herkes onu görmezden gelsede, Filiz bunu yapamazdı. Çünkü görmezden gelinmenin anlamını ondan iyi kimse bilemezdi.. Bu yavruyu nasıl eve götüreceğini düşündü. Ayağa bile kalkacak hali yok gibiydi miniğin. Koltuk değneklerini yavaş hareketlerle kaldırımın kenarına koydu, köpeğin yanına oturup minik yavruyu kazağına yerleştirdi. Montunu sıkıca çekip, tekrar değneklerini alarak eve yürümeye başladı. Artık bir kader arkadaşı vardı..
Eve ulaşır ulaşmaz yavruyu yatağına koydu genç kız. Minnet dolu gözlere bakar bakmaz kararını vermişti, miniğin adı ” Yaralı ” olacaktı. İsim işini hallettiğine göre sıra bacağındaydı. Veterinerlikte okuyan arkadaşı Vedat’ ı arayıp, durumu anlattı. Akşam Vedat geldiğinde, dikkatlice incelediler Yaralı’ nın sakatlanmış bacağını. Müdahaleden sonra Vedat’ ın gülen yüzünden döküldü, belkide en güzel sözcükler. ” Ayağını hiç bir zaman eskisi gibi kullanamayacak ama yinede büyüdükçe yürüyebilecek, hatta morali iyi olursa koşması bile mümkün… “
Koşmak… Filiz’ in vücudunu baştan aşağı bir sevinç dalgası sarmıştı. Demek ki minik arkadaşı onun gibi olmayacaktı. Yürüyebilecek, herşeyden önemlisi belki de koşabilecekti. Koşma duygusunu hiç yaşamamıştı, fakat kader arkadaşı koşarsa belki bir nebze oda hissedebilirdi o tarifsiz güzelliği. Görmezden gelinenlerin dostluğuydu onların ki. Aynı acıları yaşıyorlar, aynı duyguları hissediyorlardı. Çünkü ikiside engelliydi ve buruşturulup çöpe atılmış bir kağıt parçasına benziyordu yaşamları..
Gecenin ilerleyen vakiylerinde, Yaralı yanına gelip başını dizlerine koydu. Sanki hayatını kurtaran dosta teşekkür edercesine, minnet borcunu ödüyordu. İki eksik dost için hayat ne kadarda zordu. Engellilerin düşünülmediği yapılar, daha yolun yarısına gelmeden kırmızı yanan lambalar ve arabaların arasında koltuk değnekleriyle çizilen zikzaklar.. Her biri daha çok yalnızlığa itiyordu onları. En son iş başvurusunun sırf ayakları sakat olduğu için reddedilmesi bile yeterdi herşeyi anlatmaya. Yaralı’ nın boynunu okşayarak ” Seni hiç terketmeyeceğim birtanem, ayağın sakat diye hiç aşağılamayacağım seni.. ” diye mırıldandı. Gözlerindeki damlaları silerken, yaralı başını yavaşça yukarı kaldırdı ve ağlar gibi sesler çıkarmaya başladı. Sanki Filiz için dua ediyordu. Ondan başka kim Filiz’ i düşünüp dua edebilirdi ki zaten.. 2 unutulmuş, gözyaşlarıyla birlikte derin bir uykuya verdiler bedenlerini…
Mutluluğa çalan yeşiller, güzel bir rüyanın başlangıcını anlatıyordu. Sonu görünmeyen bir denizin kenarında, bin bir türlü ağaçların olduğu bir cennet bahçesindelerdi sanki. Yaralı koşarak yanına geldi Filiz’ in. ” Haydi benimle gel ” dercesine baktıktan sonra yine koşmaya başladı. Filiz ayağa kalktı, üstelik koltuk değnekleri yoktu. Tüm gücüyle koşmaya başladı. Ne güzel bir his, ne güzel bir rüyaydı bu. Kanatlarının kırık olduklarını ikiside çoktan unutmuş, bu mis bahçede doyasıya koşuyorlardı..
Durmaksızın çalan telefon, kara bir ayrılık gibi girdi düşler alemine. Genç kız nefes nefese uyandı. Günün ilk ışıklarıyla kısılan gözlerini açmaya çalışarak homurdandı ” Lanet telefon, çalacak zaman mıydı?! “. Düş kırıklıklarına alışık biri olmasına rağmen, yinede canı sıkılmıştı. Bir yandan telefon çalarken bir yandanda minik dostu durmaksızın havlıyordu. Açmasam daha iyi olur diye düşündüğü telefonun son çalışına, uykulu bir sesle yetişti ” Efendim..? “
– Günaydın Filiz Hanım, ben FRA yazılım şirketinin genel müdürü İhsan Güçlü. Dün şirketimize yaptığınız başvuruyu ve insan kaynakları müdürümüzle olan görüşmenizi sekreterim tarafından öğrenip incelemeye aldım.. Referans verdiğiniz projelerinize açıkcası hayran kaldım, burada size özel bir oda hazırlattım, pazartesi gelip bizimle beraber çalışmaya ne dersiniz ?
” Pazartesi yanınızdayım efendim ” diyip telefonu kapattı. Daha fazla konuşamazdı çünkü gözyaşlarına engel olamıyordu. Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Yıkıntılarla dolu gönlüne, bir gökdelen dikmişti İhsan Bey’ in sözleri. Bugün onun için bir milattı. Bugün önemsendiğini, insan yerine konulduğunu, hala altın kalpli insanların olduğunu anladığı ve yaşama tekrar dört elle sarıldığı bir gündü. Sevinç gözyaşları içerisinde minik dostuna sımsıkı sarıldı, tüm bunlar onun mucizesiydi, çünkü dost için edilen yakarışlar geri çevrilmemiş, Yaralı’ nın duaları kabul edilmişti…
alıntı
Sevgili Dharma,
Beğendiğine sevindim,değerli yorumun için teşekkürler.
cok güzel bir hikaye.. paylaşımın için teşekkürler!